Son Haberler |

21 Şubat 2012 Salı

CHP İÇİN SORUN: TÜZÜK MÜ İDEOLOJİ Mİ

Facebookda Paylaş Twitterda Paylaş Google+da Paylaş
CHP hafta sonu tüzük kurultayını topluyor. Her kafadan bir ses çıkıyor ve asıl mesele hiç tartışılmıyor;CHP'nin ideolojisi.

CHP neoliberalizme boyun mu eğecek, yoksa "devlet kapitalizmin doğuşu" diye Batı'da yeniden kabul gören "halkçılık"a tekrar mı yönelecek? Kuşkusuz buna birileri izin verecek mi? Bunun yanıtı için, Ali Haydar Nergis'in Cumhuriyet gazetesinde İsveç Sosyal Demokrat Partisi için yazdığı makaleye göz atmalıyız.

NE OLACAK BU SOSYAL DEMOKRATLARIN HALİ...

"İsveç Sosyal Demokrat Partisi, bir yıl içinde üçüncü kez lider değiştirdi. Son olarak, Hakan Juholt gitti; Stefan Lövfen geldi... Partinin, 2010’da aldığı yenilgiden sonra, o zamanki genel başkan Mona Sahlin istifa etmişti. Yerine gelen Juholt ise hakkındaki kira yolsuzluğu savları nedeniyle sadece 10 ay görevde kalabildi. Geçen haftalarda yapılan genel kurulda, Löfven’in genel başkanlığa getirilmesiyle, İsveç Sosyal Demokrat Partisi, 1 yılda 3 kez lider değiştirmiş oldu.

Parti içindeki durağanlık, 1986’da genel başkan ve Başbakan Olof Palme’nin öldürülmesiyle başladı. Vietnam Savaşı’na kararlı karşı çıkışları ve ulusal kurtuluş mücadelelerine desteğiyle tanınan Palme, yeni küresel dünya düzeninin önünde bir engel olarak görülüyordu. 28 Şubat 1986 günü Stockholm’de vurularak “bertaraf” edildi.

Palme’nin yerine geçen İngvar Carlsson, soğuk yaradılışlı bir bürokrat izlenimi verdi. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı yıllarda, İsveç Sosyal Demokrat Partisi, dört yılını iktidarda, dört yılını da muhalefette geçirdi. Carlsson, 2 dönem liderlikten sonra, seçimde parti oylarının düşmesini gerekçe göstererek görevden ayrıldı. Carlsson’un yerine geçen Göran Persson, sermaye çevreleri tarafından sempati ile karşılanan bir isimdi. “Yeni dünya düzenine” karşı çıkmamasıyla tanındı. O da, 2 dönemlik liderliğin ardından görevi bırakma kararı aldı. Yeni süreçte, Palme ekolünden gelen 2 kadın aday yarıştı; Dışişleri Bakanı Anna Lindh ve Başbakan Yardımcısı Mona Sahlin... Sahlin hakkında, banka kredi kartı harcamalarıyla ilgili bir yolsuzluk savı vardı. En şanslı aday Lindh’di. Ancak, Lindh’in, dışişleri bakanı olarak izlediği politikalar, küresel güçleri rahatsız ediyordu.

Lindh, o günlerde, hazırlıkları sürdürülen ABD’nin Irak’ı işgal planlarına ve Sırpların, Bosna’da uyguladığı soykırıma karşı çıkıyordu. Meydanlarda yaptığı konuşmalarda, o zamanki ABD Devlet Başkanı Bush’u, Ortadoğu’da “kovboyluk” yapmakla suçladı. Sosyal Demokrat Parti’nin genel başkanlığına getirilmesi, başbakan olması, küresel sermayenin çıkarları açısından sakıcalı bulunuyordu. Lindh, o günlerde, bir alışveriş merkezinde korumasız tek başına dolaşırken, meczup olduğu öne sürülen bir kişi tarafından sokak ortasında bıçaklanarak öldürüldü! Seçime tek aday olarak giren Sahlin, genel başkan oldu. Sahlin, yönetimde beklenen başarıyı gösteremedi. Liderliğinde gidilen 2010 seçimi, sosyal demokratların yenilgisiyle sonuçlandı.

Sahlin, sorumluluğu üzerine alarak istifa etti. Sosyal Demokrat Parti’deki dağınıklık Sahlin’den sonra da giderilemedi. Yapılan genel kurulda, partinin başına Juholt getirildi. Mesleği gazetecilik olan Juholt, kira yolsuzluğu savlarıyla sarsıldı, görevde 1 yılını bile doldurmadan istifa etmek zorunda kaldı. Basında yer alan haberlere göre, Juholt, Stockholm’de milletvekili olarak kiraladığı bir evin kirasını meclise ödetmiş; ancak, evi bayan arkadaşıyla birlikte özel amaçları için kullanarak devletten kira yardımı almıştı.

Juholt’un ardından, partide liderlik yarışı krize dönüştü. Adaylık önerisi götürülen partililerden hiçbirisi genel başkanlık görevini kabul etmedi. Sonunda, eski bir kaynak işçisi olan, İF Metal Sendikası Başkanı Stefan Löfven ikna edilerek genel başkanlığa getirildi. Milletvekili olmayan son genel başkan Löfven’in, nükleer enerji konusunda partisinden farklı düşündüğü öne sürülüyor. İsveç Sosyal Demokrat Partisi, nükleer enerjiye karşı çıkıyor ve atom santrallarının kapatılmasını istiyor. İsveç’te, Sosyal Demokrat Parti içindeki bu dalgalanmalar, siyasi ve ekonomik çevrelerde soğukkanlılıkla karşılanıyor ve demokrasinin, çoğulculuğun bir gereği olarak değerlendiriliyor. İktidardaki sağcı Moderat Parti’nin genel başkanı ve Başbakan Fredrik Reinfeldt, Sosyal Demokrat Parti’ndeki gelişmeler konusunda yorum yapmaktan kaçınıyor; sorulan soruları, “Bu, Sosyal Demokrat Parti’nin kendi iç işidir’’ şeklinde yanıtlıyor. Sağcısıyla, solcusuyla, iktidarıyla, muhalefetiyle böyle de bir demokrasi geleneğine sahipler..." (19.02.2012/ Cumhuriyet)

Paylaş:

Yorum Gönder

 
Yukarı Çık
Telif Hakkı © 2014 Ulusal Gazete | Tasarım: OddThemes